Gallup’un düzenli olarak hazırladığı Küresel Duygular Raporu geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Dünya çapında, ülke vatandaşlarının stres, mutluluk ve öfke durumlarını ölçen raporda Türkiye, öfke, stres ve üzüntüde dünyada üçüncü sırada konumlandı. Bu yazımızda raporun sonuçlarından hareketle ülkemizdeki işverenlere ne gibi sorumluluklar yüklüyor sorusunun yanıtını araştırdık.
Küresel analitik ve danışmanlık şirketi Gallup’un düzenli olarak hazırladığı Küresel Duygular Raporu'nun 2022 edisyonunu geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Dünya çapında 122 ülke ve bölgede gerçekleştirilen anketler sonucunda hazırlanan araştırmada bulgular, her ülkeden 15 yaşından büyük bin kişiyle yapılan telefon görüşmeleri veya yüz yüze toplantılar sonucu elde edildi. 127 bini aşkın kişinin katıldığı araştırmada, Türkiye de yer aldı.
Araştırmada Türkiye'yi ilgilendiren en çarpıcı sonuç, öfke, stres ve üzüntü seviyelerine ilişkin bulgu oldu. Bu kapsamda Türkiye, dünya çapında bu üç duyguda üçüncü sırada konumlandı.
Gallup’un Küresel Duygular Raporu, şirketin CEO’su Jon Clifton’un şu cümleleriyle başlıyor:
“Dünya 2021’de birçok rekor kırdı. Kurumsal kârlar, risk sermayesi finansmanı, karbondioksit emisyonları ve okyanusların sıcaklığı geçtiğimiz yıl rekor seviyelere ulaştı. Ancak dünyanın kırdığı ve henüz manşetlere taşınmamış başka bir rekor daha var ve bu herkesin nasıl hissettiğiyle ilgili. Bu raporda okuyacağınız gibi, 2021’de insanların her gün hissettiği stres, üzüntü, öfke, endişe ve fiziksel acının toplamı olan olumsuz duygular, Gallup’un izleme tarihinde yeni bir rekora ulaştı. Bu durum şaşırtıcı olmayabilir. Dünya savaştan, enflasyondan ve hayatta bir kez görülen bir salgından muzdarip. Bunlardan herhangi biri dünyayı daha da kötüleştirebilir, ancak mutsuzluğun küresel yükselişi, bu sorunların herhangi biri manşetlere çıkmadan çok önce başladı. Aslında mutsuzluk 10 yıldır artıyor.”
Rapora göre küresel çapta mutsuzluk duygusu, 2018’den bu yana durmadan artıyor. 2014’te görülen 25 puanlık seviyesinden 2021 itibarıyla 33 puana yükselen mutsuzluk endeksinde, yalnızca 2006 ve 2007 yılları arasında sırasıyla 1 ve 2 puanlık bir düşüş gözlemleniyor. Takip eden yıllarda mutsuzluk oranı ya sabit kalıyor, ya da artıyor. Geride bıraktığımız dört yıl incelendiğinde ise küresel mutsuzluğun her yıl bir puanlık artışla rekor tazelediği görülüyor.
Benzer bir durum, 16 yıldır düzenlenen olumlu deneyim araştırmasının sonuçlarında da tespit ediliyor. “Bir önceki gün herhangi bir pozitif deneyim yaşadınız mı?” sorusuna verilen yanıtlardan elde edilen endeks, her ülke ve bölgede, birkaç yıldır takip ettiği 71 puanlık istikrardan sonra ilk kez 2021’de 2 puan gerileyerek 69 puan olarak ölçülüyor.
Olumlu deneyimlerde görülen düşüş, olumsuz deneyimlerde de karşılık buluyor. Gallup’un 2021 Olumsuz Deneyim Endeksi, 2018’den bu yana her yıl 1 puanlık artış kaydediyor. 122 ülke ve bölgedeki yetişkinlerle yapılan ankete göre 10 yetişkinden dördü bir önceki gün çok fazla endişe veya stres yaşadıklarını söylüyor. Her 10 kişiden üçü, çok fazla fiziksel acı çektiklerini ifade ederken, katılımcıların dörtte birinden fazlası (%28) üzüntü ve %23’lük bir kesimi de öfke duygusu içinde bulunduğunu dile getiriyor.
Gallup’un araştırmasına konu ettiği ülkeler arasında Türkiye de yer alıyor. Bu kapsamda Türkiye, üzüntü, stres ve öfke duygularını ölçen endekslerde dünya çapında üçüncü sırada konumlanıyor.
Gallup araştırmasına katılanların çoğunlukla genç yetişkinler ve yetişkinler grubundan olduğu düşünüldüğünde bu stres, üzüntü ve öfke duygularının iş hayatına yansıdığı ve iş hayatının da bu duygularda payı olduğu yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Gallup araştırmasının yanı sıra, PageGroup tarafından Avrupa’daki 12.485 profesyonelle günlük işe gidiş gelişleri hakkında yapılan araştırma, Türkiye’nin işe gidiş geliş sırasındaki stres açısından Avrupa’da ikinci sırada yer aldığını ortaya koyuyor.
International Data Corporation (IDC) tarafından yürütülen bir çalışma, katılımcıların %85’inin iyileştirilmiş çalışan deneyiminin ve daha yüksek çalışan bağlılığının daha iyi bir müşteri deneyimi, daha yüksek müşteri memnuniyeti ve daha yüksek gelir anlamına geldiği konusunda hemfikir olduğunu gösteriyor. Çalışanların yaşadığı kötü deneyimlerin, doğrudan şirket performanslarına etki ettiği dikkate alındığında, Türkiye’de işverenlere çalışanların olumlu deneyimlerini iyileştirmeleri açısından ek sorumluluklar düşüyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı son veriler, yıllık enflasyonun %79,6 olduğunu gösteriyor. Bu, geçtiğimiz yıl bu zamanlarda 100 TL ile alınan bir ürünün bugün 179,6 TL karşılığı satın alınabildiği anlamına geliyor. Ekonomik belirsizliklerle mücadele eden çalışanların kaygı ve endişelerinin iş performanslarına yansıması kaçınılmazken, işverenlerin maaşları ve maaş artışlarını belirlerken çalışanlarının yetkinliklerini, eforlarını ve insanca yaşama koşullarını göz önünde bulundurması gerekiyor. Esas değeri üretenin çalışanları olduğunu fark eden liderler, çalışanlarını memnun ederek diledikleri başarıya ve şirket performansına kavuşma şanslarını artırıyor.
Bugün fark yaratan şirketler, çalışanların halihazırda hak ettiği maaşlarının yanı sıra sundukları yan haklarla öne çıkıyor. Fatura ödeme destekleri, yemek kartları, özel sağlık sigortaları, eğitim bütçeleri, indirim çekleri, avantaj platformları gibi yan haklar, işletmeleri çalışanları gözünde daha değerli kılıyor ve stres seviyelerini dengelemelerine yardımcı oluyor.
Çalışanlara işe gidip gelmeyi zorunlu tutmanın ek strese sebep olduğunu ortaya koyan PageGroup araştırmasından söz etmiştik. Hibrit çalışmanın yeni bir norma dönüştüğü bir dönemde çalışanların iş-yaşam entegrasyonlarını sağlayabilecekleri çalışma düzenlerini benimsemek, işletmelere yükselen çalışan deneyimi kazanımı olarak geri dönüyor. Değer üretmenin tek koşulunun yalnızca belirlenmiş mesai saatleri içinde bilgisayar başında oturmak olmadığını fark eden işletmeler, çalışanlarına tamamen güvendiklerini hissettirerek, zamanlarını yönetmelerini kolaylaştırabiliyor ve bu da performans artışını beraberinde getiriyor.
İşe ilişkin olumsuz deneyimlerin azalması, ancak ve ancak bir takımın tüm üyelerinin aynı amaçlar uğruna koştuğunu fark etmesiyle gerçekleştirilebiliyor. Bu noktada ortak bir şirket kültürü oluşturmanın önemi ortaya çıkıyor. Güçlü liderler, vizyonlarını ve misyonlarını şirketin tamamına yayabilme gücünü de elinde bulunduruyor ve bunu doğru kullanabildiklerinde, iş süreçleri çalışanlar için olumsuz deneyim kaynağı olmaktan çıkıyor.
Gallup’un hazırladığı rapordan da yola çıkarak geçtiğimiz birkaç yılda dünya çapında işlerin pek yolunda gitmediğini, birtakım tersliklerin her kademede hissedildiğini çıkarmak pek zor görünmüyor. Bu noktada Türkiye’deki işletme sahiplerinin çalışanlarının problemlerine kulak vermesi, anonim geribildirimlerle çalışan duygu durumlarına dair ayrıntılı bilgi sahibi olması, şirket içi çatışmaları profesyonel bir biçimde yönetmesi önem kazanıyor.